Yaklaşan Krizle Birlikte Fabrika İşgalleri ve Güncelleşen İşçi Özyönetimi
Ekonominin pembe gidişi eninde sonunda finansta ve üretimde kendisini gösterecek bir krizle sonlanacaktı. Bu kriz yaklaşıyor... Üstelik yüksek borçlanma öncelikle finansı, büyük işyerlerini vursa da, bu işletmeler krizlerini orta ve küçük işletmelere doğru hızla aktaracaklar. Eskiden kendi finansmanlarını sağlayan bu işletmeler de kredi borcu ve "piyasa"nın ödeme dengesinin kırılganlığına gömülmüş durumdalar. Böylesi bir kriz durumunda, makinaları, işyerleri atıl kalıp iflas ilan eden ya da zararını birikmiş işçi ücretlerini ödemeyip erkenden görüntüde iflas ederek karşılamada bulan pek çok işletme yaşamsal bir gerçekle karşı karşıya kalacak. Birikmiş borçlar karşısında işyerlerini işgal edip, patronun ortalarda görünmediği, yükü ve tüm riski işçilere yıktığı bir durumda işletmeyi döndürmek ve işçi özyönetimi sık sık karşılacağımız bir durum olacak. Arjantin'den, Yunanistan'a hatta ABD'ye pek çok yerde yaşanıyor işletme işgalleri ve işçi özyönetimi...
Aşağıda daha önce Kazova işçilerinin işgal ve özyönetim deneyimleri nedeniyle Express dergisinin 138. sayısında (Ekim-Kasım 2013)biraz kısaltılarak yayınlanmış olan yazının tam metnini bulacaksınız. Greif gibi işyerlerinde fabrika işgallerinin artması vesilesiyle özörgütlenme, işçi özyönetimi ve bunun yeni örgütlenme, haberleşme daha da ötesi sınıfsal dayanışma biçimlerini tartışmak giderek güncelleşiyor. Gezi İsyanı'nın sınıfsal niteliği ve bu isyanla ortaya çıkan iletişim, dayanışma ve haberleşme biçimlerini salt bilgilenme değil sınıfsal eylem aracı olarak görmek hatta üretimin yeniden örgütlenmesini sınıfsal temele oturtmak önem kazanıyor. Özörgütlenme, siyasal öznenin oluşturulması tartışmalarının alternatifi değil ama işçi sınıfının bileşimlerinin yeni örgütlenme dinamiklerini anlamak için yaşamsal bir tartışma gündemidir. Umarım bir tartışma yaratır ve varolan tartışmalara katkı sunar.
Mürettipler, Alpagut,
Yeni Çeltek ve Kazova…
İşçi
Özyönetim Deneyimleri ve Özyönetimin Olanakları
Özgür Narin
Kazova
fabrikasındaki işçilerin fabrika işgali ve özyönetimle üretime başlamaları
özyönetim deneyimlerini yeniden düşünmek için önemli bir fırsat. Özellikle Gezi
Parkı isyanı sonrası oluşan forumların işgale verdikleri destek de farklı
özörgütlenme araçlarının birbiriyle ilişkisi üstünde düşünme olanağı veriyor.
Özörgütlenme,
Sovyet deneyimlerinden sonra yersiz biçimde horgörülen bir fikre dönüştü. Sovyetler
Birliği’nin başarısızlığı, hem bir özörgütlenme hem de özyönetim organları
olarak Sovyet’lerin, İşçi Konseyleri deneyimlerinin kapsamlı ve eleştirel bir
değerlendirmesi yapılmadan hak etmediği biçimde gözden düşmesine neden oldu. Halbuki,
21. Yüzyılın yeni isyanlarında alternatif toplumsal ilişkiler kurma arayışları,
bu önemli deneyimlerden öğrenme, geçmişle eleştirerek bağ kurma olanağını da
yaratıyor. Aslında; özörgütlenme fikri 20. Yüzyıl boyunca farklı şekillerde
varlığını sürdürdü: Kimi zaman fabrika işgalleri, halk komiteleri, yerel
yönetim denemeleri biçimine büründü. Kimi zaman alternatif bir yaşamın üretilmesi
için arayışlarda (ekolojik bir yaşam ya da parasız bir ekonomi arayışı gibi),
toplumsal mücadelenin içindeyken daha sonra dışında kalan adacıklar haline
büründü. Farklı tarihsel dönemlerde özörgütlenme ve özyönetim farklı özgül
biçimler alsa da kapitalist üretime karşı gelişen mücadelelerde “başka bir toplumsal
üretim ilişkisi mümkün mü?” sorusu yeniden ve yeniden ortaya çıktı.
Türkiye
işçi sınıfı tarihi, özyönetim açısından önemli bir birikim taşıyor. 1923
Mürettipler, 1969 Alpagut ve 1980 Yeni Çeltek deneyimleri bu açılardan önemli
dersler sunuyor.
Türkiye Tarihinde İşçi Özyönetimleri:
İstanbul Dizgicileri
Bu
topraklarda yaşanan özyönetim deneyimleri anlatılırken, Cumhuriyet öncesi
Mürettipler grevi ve özyönetim deneyiminden başlamak gerekir. Matbaalarda
gazete, dergi, kitap vb. dizgisini yapan dizgi işçilerinin yani Mürettiplerin grevi
İstanbul’da 6 Eylül 1923’te başlayıp, 20 Eylül 1923’te biter. (Şehmus Güzel,
Türkiye’de İşçi Hareketleri 1908-1984). İşgününün uzunluğu ve çalışma koşulları
yüzünden başlayan bu grev sırasında dizgi işçileri, kendi yönetimlerinde iki
gazete basarlar (Şehmus Güzel, a.g.k). Bunlardan ilki Dizgiciler cemiyetinin
gazetesi olan Haber’dir; ikincisi
ise Adil’dir (Mete Tunçay,
Türkiye’de Sol Akımları I). İşçiler, bu gazeteler aracılığıyla greve gidiş
nedenlerini kamuoyuna duyurmaya çalışırlar. Gazetenin basımı ve işyerinin
yönetimi tümüyle grevci işçilerdedir. Ne yazık ki, günümüzde konuyla ilgili
kaynak sınırlıdır; Mete Tunçay’ın verilerine göre, 1923’ün Temmuz-Eylül ayı
arasında toplam 100 dizgi işçisi grev yapmıştır; ancak bunların ne kadarının
özyönetim deneyimine katıldığına dair bilgi elimizde yok. İşçilerin yönettiği
matbaalar, patron gazetelerini basmadığı için, patronlar Tanin matbaasında bastırılan Müşterek
Gazete adında ortak bir gazete çıkarır; greve karaçalan yazılar
yayımlatırlar. Bunun üzerine 12 Eylül 1923 sabahı işçiler bu matbaayı basarlar.
Zordur
dizgi işi. Baskı kalıpları, dizgiden kullanılan harfler kurşundan olduğu için,
boya ve matbaa tozu dizgi işçilerinin çalışma koşullarını çok kötüleştirir.
Sosyalist kadın şair Yaşar Nezihe Hanım, 18 Eylül tarihinde işçilerin
gazetesine grevi destekleyen bir şiir yazar:
“Onlardır eden zevkini, eğlenceni
temin
Onlar çalışır etmek için hep seni
zengin
Kurşundan hurufat o hayatı
kemirirken
Her gün bir parça solarkan ve
erirken” (Haber, 18 Eylül 1923)
Toplumsal
hareketin yükseldiği bir dönem olan 1922-1923 yıllarında işçi hareketi ikiye
bölünmüştür. Bunun izleri dizgiciler grevi öncesinde 1 Mayıs 1923’te görülür. Daha
uzlaşmacı bir çizgide olan Umum Amele Birliği 1 Mayıs’ı Sultanahmet’te kutlar.
Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası ise Dizgiciler Derneği’nde (Mürettibin
Cemiyeti) dizgiciler ve diğer işçilerle bayramlaşır. Görülen o ki, daha sonra işyerinde
üretime el koyacak olan dizgiciler, 1 Mayıs’ı sosyalistlerle kutlamışlardır. Bu
da grevin ve özyönetimin siyasal hareketlerden etkilenmiş olabileceğini göstermektedir.
Dizgicilerin özyönetimi, 20 Eylül 1923’te hükümetin aldığı önlemler sonucunda
sona erdirilmiştir (Şehmus Güzel, a.g.e). Dizgi işçilerinin özyönetim deneyimi
hakkında bilgiler şimdilik bunlarla sınırlıdır. Ama Cumhuriyet’in ilk özyönetim
deneyimi olan Alpagut Madencilerinin işgal ve özyönetimine dair bilgiler daha geniştir.
1969 Alpagut İşçi Özyönetimi
1969
yılında Çorum’a bağlı Alpagut Linyit İşletmelerinde çalışan 786 işçi bir forum
düzenlerler. Özyönetimi izleyen bir gazeteci şöyle anlatır yaşananları: “Günde
18 lira yevmiye alıyorlar. 3 aydır maaşlarını alamamışlar. Önce işgal
ediyorlar. Vali ocağa geliyor sabredin diyor. İşçiler açız diyorlar. Jandarma
Albayı buraya asayiş için jandarma getirileceğini söylüyor… fakat işçiler ona
da durumu anlatınca [tahmin odur ki, ilk getirilen Jandarma birliği yöreden
olduğu için –ö.n] Albay ağlamıya başlamıştır. Daha sonra bütün işçiler forum düzenlemişler ve ocağın idaresine el
koymaya karar vermişlerdir” (Yaşar Köstekçi, Çorum Ekspres, 8 Temmuz 1969).
Haklarını aramak için aylardır yaptıkları eylemlere ve greve yanıt alamayınca,
13 Haziran 1969’da kötü işletilen işletmenin yönetimini ele geçirirler.
Ömürleri
civar köylerde geçmiş, işçiler tam 34 gün ocakları işletir, üretimi yapıp
neredeyse ikiye katlar, çıkan kömürün satışını, dağıtımını gerçekleştirirler.
Rivayet odur ki, ülkenin büyük kentlerindeki genç devrimciler geç de olsa olayı
duyduklarında hepsi heyecanlanır; ama içlerinden Çorum’lu olanı özel bir ilgiyle
dinler; gözleri parlar heyecandan. Yıllar sonra katledildiğinde “kırmızı gül
buz içinde” diyeceklerdir onun için. “Alpagut Olayı”nın etkisi, dalga dalga
yayılır.
Çoğu
özyönetim deneyiminde yönetimin ele geçirilmesine neden, işletmenin kötü yönetilmesi,
iflası ya da kapatılması olduğu kadar, tüm bunların sonucunda işçilere yönelik
ücretlerin ödenmemesi, çalışma ve sömürü koşullarının pervasızca
artırılmasıdır. Grev ve diğer eylemler yetersiz kalmakta; kimi durumlarda bu
eylemler yüzünden patron ya da devlet fabrikayı kapatmaya yönelmektedir.
Alpagut da benzer özellikler gösterir: Alpagut Linyit İşletmeleri, Çimento
Sanayii’ne ve bölgeye linyit kömürü üreten, Özel İdare’ye bağlı maden
işletmesidir. İşletmede kimi zaman siyasal torpil ve şişirmeyle 900’ü aşan işçi
çalışmakta; 1969’da ise bu sayı 786 işçi ve buna eklenen memur ile
yöneticilerden oluşmaktadır. İşgale kadar, 780’den fazla işçinin 73 günlük
ücreti ödenmemiştir; toplam 1.5 milyon lira alacakları vardır. İşletme, Çimento
Sanayi’ne de 1.3 milyon lira borçludur. Ocaklarda iş güvenliğini sağlayan tek
bir mühendis vardır; o da rapor vb. nedenlerle aylardır işyerine uğramamıştır
(Kurthan Fişek, Alpagut Linyit İşletmesi İşgalinin Birinci Yıldönümünde). Maaş
aldığı halde ocağa gelmeyen personel vardır, bunlar siyasal kadrolaşmaya göre
yüksek maaşlarla alınmıştır. Siyasal rüşvetlerle yönetici konumuna getirilen
insanlar, madene bile uğramadan para almakta, özel idare ücretleri ödemezken, siyasal
kayırmacılıkla kimi özel işletmelere ya da yine devlet işletmelerine veresiye
kömür vermektedir. Çorum ve Havalisi Birleşik Maden İşçileri Sendikası’nın
örgütlediği eylemler ve grevler yaparlar (Özgür Narin, 1969 Alpagut Olayı). Bu
grevlerle sonuç alamayan işçiler, sendikalı işçilerin de öncülük etmesiyle işletmeyi
işgal ederek, kendileri üretim yapmaya başlarlar. Ücret alacaklarının alınması,
torpil ve yolsuzluğun sona erdirilmesi, iş güvenliğinin sağlanması, ocakların
daha iyi yönetim için Türkiye Kömür İşletmeleri’ne devredilmesi gibi talepler,
işçilerin ilk talepleridir. Sendika başkanı ve genel olarak sendika özyönetime
mesafeli dursa da, Alpagut şubesindeki sendikalı işçiler, işgal ve özyönetimde
başı çekerler. İlk yapılan, vardiyası biten işçilerin yönetim bürosunda ve
kömür depolarında denetimi sağlayarak, nöbet tutması, vardiyası gelenlerin ise
ocaklara inerek üretimi sürdürmeleridir.
Özyönetimin
temel organları, tüm işçilerin oluşturduğu genel işçi kurulu ile onların
seçtiği işçi konseyidir. İşgale ve üretime katılan tüm işçiler (786 işçi),
üretimi yönetmek, satışı düzenlemek ve kontrol etmek gibi yürütme işlerini
üstlenen bir İşçi Konseyi seçerler. İşçi Konseyi, tüm işçileri temsil
etmektedir, ona karşı sorumludur ve haftalık raporlar verir. Bu raporlar, satış
miktarı ve satışlardan elde edilen gelirlerin olduğu kadar üretimin devam
etmesi için gerekli harcamaların da açık bir dökümünü yapar. Gerektiğinde
gazetelere bu dökümler verilerek, patronların karaçalmalarına yanıt verilir. Muhasebecilerden
bir kısmı işgale katılmasa da, katılanlar gelir ve gider hesaplarını yaparlar;
işçi konseyinin satış kurulu bu hesabı denetler. Bu işçi kuruluna, işçi
konseyinin mali sekreteri başkanlık yapmaktadır.
İşçi
Konseyi, üretilen kömürün satışını daha önceki yönetimin aksine peşin yapma
kararı alır ve bunu sıkı biçimde uygular. Peşin satışlardan elde edilen gelir
artar. Bu gelirden, üretimin sürmesi için gerekli harcamalar (maden direği,
akaryakıt gibi) çıkarıldıktan sonra kalan para, işçiler arasında dağıtılır.
Üretimden
elde edilen net gelirin, nasıl bölüşüleceği de tüm işçiler arasında tartışılır.
Genel karar, alacakların öncelikle ödenmesi üzerinedir (Gökhan Akçura, “Alpagut
Olayı”, 1976, Tiyatro Kürsüsüne verilen Tez). Özyönetimin 27. Gününde,
işçilerin ücretleri düzenli ödenmemekle kalmamış, Nisan ayı alacakları da
ödenmiştir.
Henüz
işgalin ikinci gününde yapılan genel işçi kurulu toplantısıyla, işletmeye
uğramayan müdürün, muhasebe müdürünün ve işçilerin ikna çabalarına rağmen rapor
almaya devam eden mühendisin işine son verilir. İşçiler aylık 780 liraya yakın
ücret alırken, işletme müdürü 7500 lira, muhasebe müdürü 5500 lira, işletmenin
tek mühendisi de 7000 lira maaş almaktadır. Politikacıların kartvizitleriyle
işe alınan çalışanların ise işçilerin 1.5 katı ücret aldığı bilgisi tüm
işçilerce bilinmektedir. Bu işçiler, öncelikle çalışma disiplinine ve eşit
ücrete tabi kılınırlar. Çorum Valisi’nin temsilcilerle makamında görüşme
talebine, görüşmenin tüm işçilerin gözü önünde, işletmede yapılması gerektiğine
karar verilerek red yanıtı verilir.
İşçi
Konseyi, çalışmayı ve üretimi düzenler. Üretim artar; üretim kapasitesi de artar.
İşçiler, artık muhasebeyi şeffaf yapmakta, kontrol etmektedirler; üretilenden
elde edilen gelirin bilgisine sahiptirler. Bu gelir arttıkça, ücretlerini ve
eski yönetimden kalan borçlarını hızla karşılamaktadırlar. Bu yüzden İşçi
Konseyi’nden bir işçinin dediği gibi “işçiler işlerine dört elle sarılırlar”. “Artık
işçi ocağı kendi malı gibi değerlendiriyor, bu emeği de para olarak değerlendirildiğinden
durumundan memnun”dur.
İşgalin
ilk günlerinde eski yönetim yanlısı kimi işçiler, üretimi sabote eder; kartvizitle
işe alınmış bazı işçiler, işe uğramazlar; uğrayanlar ise ortak belirlenen
çalışma düzenine uymazlar. 40’a yakın böylesi eski işçi, tüm işçilerin
kararıyla işten çıkarılır.
Tüm
işçilerden aldıkları yetkiyle temsilciler, Türkiye Çimento Sanayi
yetkilileriyle işgalden sonra kestikleri kömür satın alımları üzerine görüşmek
için Ankara’ya gitmişlerdir. Eski yönetim Çimento Sanayii’ne borçları yüzünden
her ay belirli bir miktarda kömürü vermektedir. Bu görüşmeyle, işgalden sonra
Çimento Sanayi tekrar kömür almaya başlamıştır, üstelik bir kısmı borç
karşılığı bir kısmı ise peşin ödenmek kaydıyla kömür satışına tekrar başlanmıştır.
İşçi
yönetiminde üretim henüz iki hafta içinde yaklaşık %50 artmıştır. Üretimden
gelen gelirle alacakların ve ücretlerin düzenli ödenmeye başlaması işçilerde
büyük bir özgüven gelişmesine yol açmıştır. Civar köylerde oturan aileleri ve
yakınlarının özyönetime desteği giderek artmıştır. İşçi yönetiminin kökleşmesi,
bu yönetimi sona erdirme çabalarını da artırır. Daha önce işçilerin
beceremeyeceğini düşünerek atıl kalan yetkililer, harekete geçerler. İl genel
meclisi toplanır. Vali, İçişleri Bakanlığı’na giderek Türkiye Kömür İşletmeleri
Genel Müdürlüğü’nün madeni devralması için incelemelerde bulunmasını talep
eder. TKİ Genel Müdürü Çorum’a gelir.
İşçilerin
kurduğu işçi satış kurulu, işçilerin inisiyatifini işyerinden satış alanlarına
genişletir. İşçi özyönetimi eski yönetimin uygulamalarını ortadan kaldırır. Alpagut’ta
üretilen kömür, daha önce patronlar tarafından devlet işletmelerinden özel
işletmelere doğru torpil ve yandaşlıkla dağıtılır; sıra köy halkına hatta köy
okullarına hiç gelmez. Oysa İşçi Yönetimi ile birlikte köy okullarına öncelik
verilmesi, köy halkına danışılması, özyönetimin toplumsal meşruiyetini de hızla
yayar. Yolsuzluğun, karaborsanın ve fahiş fiyatın kaldırılması da halk içinde
meşruiyeti büyütür. Kömürün satışı sırasında yolsuzlukların önü alındığı gibi,
kömürün köylere dağıtılması sırasında fahiş fiyatında önüne geçilir. Böylelikle
özyönetim süresince karaborsacılık engellenmiş olur. Zaten babası, kardeşi, eşi
madende çalışan köylüler, tüm gözünü Madene dikmişken, işçi özyönetiminin bu
olumlu sonuçları herkesi etkiler. Kararların oluşumuna katılmak özyönetime
verilen desteği de güçlendirir. Ta ki, 16 Temmuz 1969 akşamı, Ankara’dan
getirilen Jandarma Birliği ocakları ve kuvvet santralini ele geçirip, işçi
yönetimini sona erdirene kadar.
Devletin
müdahalesi ile birlikte sendikalı olan ve başı çeken işçiler işten atılır. Ama
Alpagut işçilerinin ücretler ve işten çıkarılanlar için eylemi devam eder. Sendika Genel Merkezi, Federasyon ve Türk-İş,
özyönetime mesafeli durmakta ve taban basıncı yüzünden destekler gözükse de,
şube yönetimi ve sendikalı işçiler özyönetimin ön saflarındadır. Türk-İş 1970’de
yapılan 8. Genel Kurulu’nda Alpagut’tan, işgal ve özyönetimden hiç söz etmez;
farklı vesilelerle işgal ve boykotları kınar. Türk İş 6. Bölge temsilcisinin
özyönetim sırasındaki açıklaması zaten bu anlayışı önceden göstermektedir:
“13.6.1969
gününden beri Alpagut Linyit İşletmesinde işçiler ve onların yöneticisi
sendikacılar İŞGAL'de bulunmamışlardır. Yapılan hareket idareye yönetimde
iştiraktir. Sizin anladığınız anlamda işletmeyi işgalde bulunsa idi, bunun
karşısında evvela Türk işçilerinin en güçlü, en büyük ve demokrasi şuurunun en
belli başlı teminatı olan Türk-İş olurdu.”( Yeni Gün, 14.7.1969).
Türk-İş’in
tüm bu uzlaşmacı tutumu, özyönetimi sürdüren sendikalı işçiler içinde aynı
ölçüde etkili değildir. 34 günlük özyönetim, işçi tarihine önemli bir deneyim
bırakır. Alpagut işçilerinin deneyiminin etkisi hızla yayılır.
9 Haziran
1970’de Günterm Isı Sanayi fabrikasında çalışan 80 işçi maaşlarını, kıdem
tazminatlarını alamadıkları için 40 gündür sürdürdükleri direnişi işgal ve
özyönetime dönüştürürler. Fabrikanın patronları kayıplara karışmıştır. Bunun
üzerine işçiler içerideki alacaklarını ve kıdem tazminatlarını karşılamak için
üretim yaparlar. Mart-Nisan alacaklarını karşılamak için üretimden gelen geliri
bölüşürler (Tevfik Çavdar, Türkiye İşçi Sınıfı Tarihinden Kesitler, Nazım
Kitaplığı, 2005). Yine 1976’da İstanbul’da bir fırında çalışan işçiler, fırın
sahibiyle anlaşamayınca kısa bir süreliğine de olsa fırını kendileri işletirler
(Gökhan Akçura, a.g.e).
Türkiye
işçi sınıfı tarihi açısından bundan sonraki önemli özyönetim deneyimi, 1980’de
başlayıp 33 gün süren Yeni Çeltek Maden İşletmesi’ndekidir.
Yeni Çeltek Maden
İşletmesi
1970
ile 1977 1 Mayısı arasındaki dönem işçi hareketinin yükselişte olduğu bir dönemdir.
Sendikalaşma, grev ve işgaller, üretici köylülerin, topraksız köylü ve
ırgatların eylemleri hızla artmakta ve ülke geneline yayılmaktadır. 1975’te
kurulan Yeraltı Maden İş sendikası, Amasya’da, Şırnak’ta, Hekimhan’da madenciler
içinde örgütlenir. Sendikada ve bölgede siyasal hareket olarak Devrimci Yol’un
etkisi bulunmaktadır. Sendikanın Yeni Çeltek’te örgütlenmesi, işçi hareketi
tarihine önemli bir deneyim kazandırır.
Amasya’nın
Suluova ilçesinde bulunan Yeni Çeltek Maden İşletmesi, kömür üretmektedir ve
üretimi büyük oranda Şeker Fabrikalarına enerji için gerekli kömür üretimine
dayanmaktadır. Dolayısıyla bölgedeki önemli bir üretim zincirini birbirine
bağlar. Şeker üretimi, şeker pancarı üretimine bağlıdır. Kömür üretimi, şeker
üretimine enerji sağlamaktadır. Böylelikle Maden İşletmesi ve Şeker Fabrikası,
hem madencinin hem köylünün, küspe, pancar gibi yükü kamyona yükleyen yabacıların,
kamyoncuların ve bölge halkının tüm kaderini belirliyordu. Bölgede yerleşik
olan sendikanın yöneticisi aynı zamanda kömür nakliye filosunun da sahibi olan
Satışoğlu lakaplı Mehmet Yılmaz idi ve işverenlerle birlikte işçileri, kimi
zaman silahlı çatışmalara varacak biçimde çete usulü tahakküm altına almıştı.
İşçi ücretlerini ve çalışma koşullarını Satışoğlu’nun sendikası saptıyordu (Türkiye
Sendikacılık Ansiklopedisi, Cilt 3). Tam da bu kötü koşullara karşı, Yeraltı
Maden İş Sendikası Yeni Çeltek’te hızla örgütlenmeye başladı. Kurulduktan sonra
DİSK’e katılan bu genç sendika, Satışoğlu’nun çete sendikasıyla kısa zamanda
karşı karşıya gelir. Nakliye filosu bulunan Satışoğlu ve silahlı adamları,
satın aldığı, hemşeri işçilerle birlikte Yeraltı Maden İş’te örgütlenen
işçilerle çatışırlar. Mayıs’taki grevlerle işçiler içinde örgütlenen Yeraltı
Maden İş’in ilerleyişi Satışoğlu’nu tehdit etmektedir. Haziran 1976’da bu çatışmalarda
4 işçi ölür. Yeraltı Maden İş bu mücadelenin içinde sendikalaşır ve bölgedeki
çete egemenliğini kırar; toplu sözleşmelerde hak sahibi olur. Bu sadece
madenciler için değil, yabacılar, şeker pancarı üreticisi köylüler için de
önemli bir gelişmedir; çünkü böylelikle pancar fiyatları, pancar ve kömür nakliye
fiyatları, yabacıların ücretleri gibi pek çok konuya işverenle birlikte hakim
olan Satışoğlu’nun işçi simsarlığı ve tüccarlığının etkisi kırılmıştır. 1976’dan
sonra da her yıl Yeni Çeltek Madencileri grevler yaparlar; bu grevler yükselen
işçi hareketinin de etkisiyle sadece ekonomik talepleri değil siyasal talepleri
de gündemine alır.
1980’e
gelindiğinde Yeni Çeltek işletmesinde uyuşmazlıkla sonuçlanan toplusözleşmeler
karşısında yönetimin tutumu bu sefer daha farklı olur. Henüz toplusözleşme
uzlaştırma toplantıları devam etmekteyken, işçilerin grev kararına karşılık ocakların
zarar ettiği gerekçesiyle şirket yönetimi ocakları kapattığını açıklar. Bunun
üzerine grevin yetmeyeceğini görerek, 26 Nisan 1980’de işletmeyi işgal eden
işçiler üretimi sürdürürler.
890
işçi, 33 gün boyunca işçi özyönetimini hayata geçirirler. Sendikanın önerdiği
toplu sözleşmede, işçilerin 20 kişilik komiteler kurarak yönetime katılması zaten
yer almaktadır. Sendikanın öncülüğünde işçiler, bu komitelerden oluşan
Konsey’le üretimi ve dağıtımı örgütlerler.
Her
biri 20 işçiden oluşan, işçilerin söz ve karar haklarının olduğu komiteler,
işletmeyi kara geçirirler. Müessesenin iddialarının tersine haftada 2.5 milyon
kar sağlandığı açıklanır ve komitelerin üretim ve satış işlemlerini şeffaf
biçimde, işçilerin söz ve karar haklarını kullanarak planladığı tüm kamuoyuna
duyurulur. İşçiler gerekirse hesapların tüm denetçilere açılabileceğini de
açıkça belirtirler.
Komiteler
üzerinden katılımcı ve üretimin, hesapların şeffafça planlandığı bu özyönetim
deneyimi, üretimden dağıtıma ve satışa doğru genişledikçe, işletmenin dışını da
etkiler. Günümüz denemelerine örnek oluşturacak biçimde, kömürün satış ve
pazarlaması, halkla birlikte yapılır. Köylerde, imam öğretmen, muhtardan oluşan
komiteler aracılığıyla karaborsa ortadan kaldırılır. Köylerin yakacak sorunu çözülür.
Kömür doğrudan işletmeden halka dağıtılır. Yükleme boşaltma işinden, kamyona
kadar maden işçileri ile yabacılar dayanışma içinde davranırlar.
Özyönetimin
katılımcı ve kamuya her aşamada kendini açık ettiği gibi kendini açan çemberi
genişledikçe, toplumsal meşruiyeti artar. Dahası kendi özgüveni ve özgücüne
sahip çıkması; maden dışındaki köy komiteleri ve işçi derneklerine de örnek
olur. Böylece özyönetim devam ettikçe madendeki komiteler ile köy komiteleri,
Yaba işçilerinin dernekleri, öğretmen örgütleri (TÖBDER), köy dernekleri ile
her alanda dayanışma ilişkisi genişler. Çetelerle mücadelede bu komiteler ve
maden işçilerinin özyönetim komiteleri dayanışma içinde birlikte hareket
ederler. Genel olarak toplumsal hareketi parçalamak, bölgede yükselen işçi
hareketini bölmek için Çorum, Maraş, Amasya’da faşist provokasyonlar hazırlanırken,
bunların erken örnekleri Yeni Çeltek’te gerçekleşir. Çoğu zaman bu
kışkırtmaların erken önlenebilmesini, özyönetim ve yayılan etkisi sağlar.
Hatta
iş güvenliği ve maden verimi için önemli olan teknolojik bir değişim yine
özyönetimin kendi çabasıyla yapılır. Başka madenlerde yabancı firmalarca
yapılan skip desandre (meyilli galeride skip nakliyesi) kurulumu özyönetim
işçileri tarafından gerçekleştirilir.
Özyönetim
komitelerinin önemli bir deneyimi de, işçi işe alımlarıdır. İşçi ihtiyacı
olduğunda özyönetim, köy komitelerine ve bölgedeki derneklere haber gönderir. Komite
ve dernekler, işe en çok ihtiyacı olanı belirler. Hangi partiden olduğundan
bağımsız emekçi olması, direnişe sempatiyle bakması, işe ihtiyacı olması temel
belirleyicilerdir. Çetin Uygur’un söylediğine göre, işçi ilanının yanı sıra iş
talebi de madende bir panoda duyurulur (Unutturulanlar, Yeni Çeltek Belgeseli).
Özyönetim komiteleri ve köy komiteleri birlikte karar verirler. Güney
Amerika’daki işgal fabrikalarında 1990’larda yaşanan deneyim, daha önceleri
1980’lerde Yeni Çeltek’te yaşanmıştır.
Sonuçta
890 kişiyle başlayan ve 33 gün süren özyönetim, tüm bölgedeki köylerde
özörgütlenmeleri teşvik eder; bölge işçileri ve köylüleri de madendeki
özyönetim etrafında birleşip gelişirler.
Özyönetimin
son günlerinde, valilik ve bakanlık yetkilileri, işçi servis araçları ile kömür
kamyonlarına el koyar; işletmenin telefonlarını keser. Bu durum, üretimin yavaşlamasına ve bunun yol
açabileceği yangın ya da grizu patlaması tehlikesi nedeniyle iş güvenliği
sorunlarına neden oluyordu. Sendika, bu yüzden 29 Mayıs’ta üretimi ve işyerini
terk etmeme eylemini bitirir ve greve başlar. Yeni Çeltek Maden İşletmesi’ndeki
grev, 12 Eylül 1980 darbesiyle bastırılır. (Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi,
Cilt 3, Tarih Vakfı Yurt Yayınları).
Bütün
işçi özyönetimlerinin temel özelliği, yönetime katılımın, üretimin ve bölüşümün
yapma ve karar alma süreçlerinin ortaklaştırılmasıdır. Bu sürecin
ortaklaştırılması işçi hareketinin bizzat kendisine özgüven katar; üretimin
yönetilmesi ve bölüşülmesi konusunda kendi çevresinden başlayarak tüm topluma
özgüven ve özlemlerinin ete kemiğe bürünmesi anlamında gelecek güvencesi verir;
tüm bu ortaklaşmacı yaşamın sadece duyurulması değil, şeffaf biçimde tüm
katılım süreçleriyle alenileştirilmesi, yani tüm toplumun bilgisine ve giderek
katılımına açık hale getirilmesi, toplumsal hareket için eşsiz bir deneyimdir.
Üstelik, çoğu zaman hukuka ve yasalara aykırı ya da onların dışında yürüyen
toplumsal hareket için bu tam bir meşruiyet zemini yaratır ve bu zemini
genişletir. Üretime girdi sağlama, üretilenin satışı, dağıtımı, geliştirilmesi,
bunların hesabının açıkça ve toplumla tartışılarak yapılması, hele de bu
meclis, forum, komitelerin benzerlerinin yaşamın diğer alanlarında türemesi, bu
meşruiyet zeminini hızla genişletir. Bunların çarpıcı örneklerine yazıda
değindik.
Alpagut’ta üretilen kömür, daha önce patronlar tarafından devlet işletmelerinden özel işletmelere doğru torpil ve yandaşlıkla dağıtılır; sıra köy halkına hatta köy okullarına hiç gelmezmiş. Oysa İşçi Yönetimi ile birlikte köy okullarına öncelik verilmesi, köy halkına danışılması, toplumsal meşruiyeti hızla yaymıştır. Zaten babası, kardeşi, eşi madende çalışan köylüler, tüm gözünü Madene dikmişken, işçi özyönetiminin bu olumlu sonuçları; dahası bu kararların oluşmasına katılmak, desteği, katılımı ve birlikte üretmeyi güçlendirmiştir. İkinci örnek ise Yeni Çeltek’tendir. Kömürün satışı, dağıtılması köylerde kurulan komiteleri etkinleştirmiş; giderek Maden işçileri TÖBDER’li öğretmenlerin, öğrencilerin sorunlarının; Yaba işçilerinin sorunlarının çözümlerinde örnek yaratmış; benzer çözümler türemiş hatta geliştirilmiştir.
Alpagut’ta üretilen kömür, daha önce patronlar tarafından devlet işletmelerinden özel işletmelere doğru torpil ve yandaşlıkla dağıtılır; sıra köy halkına hatta köy okullarına hiç gelmezmiş. Oysa İşçi Yönetimi ile birlikte köy okullarına öncelik verilmesi, köy halkına danışılması, toplumsal meşruiyeti hızla yaymıştır. Zaten babası, kardeşi, eşi madende çalışan köylüler, tüm gözünü Madene dikmişken, işçi özyönetiminin bu olumlu sonuçları; dahası bu kararların oluşmasına katılmak, desteği, katılımı ve birlikte üretmeyi güçlendirmiştir. İkinci örnek ise Yeni Çeltek’tendir. Kömürün satışı, dağıtılması köylerde kurulan komiteleri etkinleştirmiş; giderek Maden işçileri TÖBDER’li öğretmenlerin, öğrencilerin sorunlarının; Yaba işçilerinin sorunlarının çözümlerinde örnek yaratmış; benzer çözümler türemiş hatta geliştirilmiştir.
Bütün işçi
özyönetimlerinin temel özelliği, üretimin, bölüşüm, yönetim ve karar alma
süreçlerinin ortaklaştırılmasına dayanmasıdır. Bu ortaklaşma, birleşen ve ortak
yöneten işçilerde pek çok kapasitenin ve olanağın açığa çıkmasını sağlar.
·
Üreten
işçiler, yönetebileceklerini görürler.
·
Üretimi
bir bütün olarak görme olanağını yakalarlar. İşyerinde çalışan tüm kesimlerin
ücretlerini gördükleri gibi, kendi ücretleri ile üretimden gelen gelir
arasındaki farka patronun nasıl el koyduğunu da apaçık görür ve çıplak
sömürünün bilincine varırlar.
·
Üretilenden
elde edilen gelirin tüm işçiler arasında bölüşülmesi, işçilerin fabrikayı
sahiplenmesini sağladığı gibi, özel mülkiyet fikrini de sorgulamalarını sağlar.
·
Bu
ortaklaşma, sadece işçilere değil, çevrelerinde ilişkiye geçtikleri toplumsal
gruplara da özgüven kazandırır. Özyönetimin şeffaf bir şekilde toplumun
bilgisine sunulması sadece onun meşruiyetini artırmaz; aynı zamanda daha geniş
kesimler tarafından sahiplenilmesini birlikte getirir. Böylelikle toplumsal dönüşüme
bir kapı aralar.
·
Üstelik,
çoğu zaman bu tür özyönetimler, hukukun dışında, kendisine yeni bir alan açarak
yürüyen toplumsal hareketler biçiminde gelişirler. Bu özyönetimin diğer
alanlarla birleşmesi tam bir meşruiyet zemini yaratır.
·
Üretime
girdi sağlama, ürünlerin satışı, dağıtımı, geliştirilmesi, hesapların şeffaf ve
üreten işçilerden başlayarak diğer toplumsal kesimlerle tartışılarak yapılması
bu meşruiyet zeminini hızla genişletir. Bu yönüyle, meclis, forum ve komite
gibi özörgütlenme organlarının hayatın diğer alanlarında türemesine katkı
sunabilir.
·
Başarılı
özyönetim deneyimleri, üretimi, satışı ve bölüşümü örgütlerken, toplum
kesimlerinin desteğini ve dayanışmasını sadece tüketim alanında bulmamaktadır. Yeni
Çeltek örneğindeki gibi, yaba işçileri, pancar üreticileri gibi sınıfsal
kesimlerin üretimden gelen kapasitelerini de harekete geçirmelerini
sağladıkları için başarılı olmaktadırlar.
Özyönetim
deneyimlerinin genel özellikleri çok daha kapsamlı bir biçimde
genişletilebilir. Yer kısıtı yüzünden burada bu kadarına yer
verilebilmektedir.
Bu
sayıda öykülerini daha ayrıntılı görebileceğiniz gibi Kazova işçileri de fabrikayı
işgal ederek, üretime başladılar. İstanbul Bomonti’de bulunan, 1947 yılında
kurulmuş Kazova tekstil şirketinde çalışan işçiler, birden kapı dışına
kondukları gibi, aylardır maaşlarını alamadılar; kıdem ve ihbar tazminatları da
ödenmeden sokağa atıldılar. Bunun üzerine, eylemlerle seslerini duyurmaya
çalıştılar. Gezi Parkı isyanlarının verdiği güçle de, fabrikadan makinaların
çıkarılmasını engellemek için yine bir haziran günü fabrikayı işgal ettiler.
İşgal ettikleri fabrikada üretime başlamaları ise daha sonra gerçekleşti. Kazova
işçi meclisini kurup, üretimi ve geleceklerini planlamaya başladılar. Gezi
isyanı sonucu ortaya çıkan forumlar, başta Tatavla forumu, Şişli forumu gibi
pek çok forum da onlara destek vermektedir.
Özyönetim
Deneyimlerinin Günümüzdeki Olanakları
Günümüzde
özyönetimin bir imkan ve gerçeklik haline gelmesi için bazı olanaklar var.
Birincisi, normal şartlar altında işçi sınıfının kolektif bilinç ve eylemini
sınırlandıran üretimin parçalanmış yapısının, bu parçalar arasında kurulacak mücadele
bağları ve özyönetim ağları yaratmaya olanak tanımasıdır. Uzun zamandır üretim,
geleneksel fabrikanın bünyesinde yapılan pek çok işin (pazarlama, satış,
reklam, güvenlik, temizlik, lojistik) fabrikanın dışında yapıldığı bir nitelik
kazanmış durumda. İşçi sınıfının farklı kesimlerinin bu farklı alanlara
dağılması özyönetim deneyiminin farklı alanlardaki işçileri (“mavi yakalı”lardan
“beyaz yakalılara”) birarada örgütlenmeye çağırmasını da gerektirir. Dahası
özyönetim deneyimleri ile diğer türden özörgütlenmeler (forumlar, işçi
meclisleri) arasında sınıf bağları kurulmasının olanakları da böylelikle
açılır.
Haziran
isyanından sonra gelişen özörgütlenme nüveleri olarak park forumları ve bir
işçi yönetimini düşünerek buna örnek verebiliriz. Örneğin, işçi yönetiminin
üretimde ihtiyaç duyduğu mühendislik ve teknik emeği kamuoyuna duyurması, forumlardan talep etmesi olanaklardan
birisidir. Bir mücadele deneyimi olarak belki daha önemlisi ise, işgal ve
üretime başlama sürecinin başında, işyerini bu hale getiren, aylarca ücretleri,
kıdem ve ihbar tazminatlarını ödemeden bırakan patrona ait finansal ve vergi
bilgilerinin, bankacılık ya da gelirler idaresi alanında çalışan işçilerden
elde edilmesine dair sendikalara, forumlara bir çağrı yapılması örneğidir. Bir
başka örnek, üretim için gerekli girdileri uygun ve nitelikli biçimde elde
edebilmek için, tedarikçi bağları, iş ve ticaret ilişkileri yerine bu tedarikçi
işletmelerde çalışan işçilerin bilgisine başvurmaktır. Bu başvuru, forumlar,
sendikalara yapılan çağrılarla olanaklıdır. Böylelikle, sadece forumlar, diğer
özörgütlenmeler, özyönetim sürecine destek olmayacaklar; aynı zamanda bu
forumlarda, sendikalardaki işçi sınıfı kesimleri de üretimdeki güçleri ve
kapasiteleriyle özyönetim deneyimine destek vermiş olacaklardır. Özyönetim,
eylemli sınıf dayanışmasının olanaklarını açacaktır.
Özyönetim,
işçi konseyi, meclisi gibi yönetim organları eliyle, karar alma süreçlerine tüm
işçileri katmaya çalışarak yönetimi katılımcılaştırdıkça, şeffaflaştırdıkça
pekişir. Özyönetimin mücadele ve üretim sürecinde yaşadığı sorunlar,
ihtiyaçlar, özörgütlenmelerin sorunu, ihtiyacı haline geldikçe olanaklar
yayılır ve artar.
Dolayısıyla
özyönetim deneyiminin forumlarla, diğer özörgütlenmeler ve sendikalarla
koordine yürümesinin sınıfsal dayanışmayı güçlendirmesi beklenebilir. Gezi
parkı sonrası oluşan forumlardaki katılımcı süreçlerle fabrika işgallerindeki
özyönetim pratikleri de bu bağlamda birbirinden öğrenebilir. Kazova işgaline
Şişli ve Tatavla gibi forumlarının verdiği destek dayanışmanın ötesine geçerek
somut işbirliği mekanizmalarını zorlayabilir.
İkincisi
teknolojik açıdan da üretimin altyapısı, farklı birimler arasındaki iletişimin
sağlanmasına, farklı işçi gruplarının şeffaf katılımıyla kararlar alınmasına da
müsait. İhtiyaçların tespiti, üretimin planlanması, finansal planlama, bölüşüm
hesaplamaları, pazarlama, mühendislik ve bakım onarım hizmetleri gibi pek çok
alanda katılımcı bir sistemin teknik donanımını gerçekleştirme şansı var. Gezi
Parkı eylemlerinin işaret ettiği gibi kapitalist toplumsal yeniden üretim
döngüsünün farklı aşamaları için üretilen ve elzem olan araçlar, mücadele
anlarında birden tersyüz edilerek, toplumsal hareketler tarafından
kullanılabiliyorlar. Kullanılabiliyor çünkü onları kullananların büyük bir
kısmı, zaten bu tür bir teknoloji üretimi işiyle dolaylı ya da dolaysız ilgili
yeni işçi kuşağı. Ya da bu yeni işçi kuşağı, “işgücü pazarı”na girebilmek için bu
iletişim teknolojilerinin kullanmaya yatkın olmak zorunda. Üretimin tedarik zincirini, envanter
kontrolünü, bilgi akışını, finansal bilginin devrini hızlandıran, elektronik
pazar alanını büyüten mobil telefon ve internet sistemleri, bu sistemlerin ağ
uyarı ve ileti mekanizmaları birden sosyal medya ağı, bilgi yayma ve mücadele
etme araçlarına dönüyor. Neden benzer teknolojiler varolan özyönetim pratiğinin
karar süreçlerini, ihtiyaçlarını duyurmasının aracı olmasın… Sadece satışın planlanması değil, bundan önce
özyönetimin ihtiyaç duyduğu emeğin, girdilerin ortak planlanmasının aracı olmasın…
örneğin, ihtiyaç duyulan iplik ya da eş zamanlı gelişecek özyönetim pratikleri
için de kullanılmasın? Neden bir üretimin bütün safhaları (hammaddeden tüketim
anına kadar) katılımcı süreçlerle gerçekleştirilmesin? Haziran isyanı ile daha
da görünür olan olanaklara, yani yeni iletişim teknolojilerinin bilgiyi
kamusallaştırma olanaklarına bakmak önemlidir. Özörgütlenmenin karar
süreçlerinin ve üretim süreçlerinin kamuya açılması gözetildiğinde bu sadece
“sosyal medyayı” kullanmak, internetten yararlanmak, eylemi duyurmak değil,
özyönetimi yayılan halkalarla eşgüdümlemeye yarayacaktır.
Bugün
işyerlerinde üretim yapan, işyerini sadece üretim değil pek çok etkinliğin
yürütüldüğü bir işçi üretim kooperatifine çevirme yolunda dişiyle tırnağıyla
çalışan Kazova işçileri ve onların forumu, Kazova işçi meclisi sadece kazakları
örmüyor. Tarihten damıtılmış deneyim ipliğine kendi mücadelesini ekleyerek
örüyor.
Kazova
işçilerinin arkasında önemli bir özyönetim deneyimi birikimi duruyor. Önlerinde
ise, Haziran isyanından sonra oluşan forumlar var. Tek tek patronları alt
etmek, bir ya da birkaç fabrikada patronsuz üretim yapmak, toplumsal üretim
ilişkilerini dönüştürmese de, işçilerin kendilerinin katılımcı bir tarzda
üretimi yönetmeleri, elde edilen değeri bölüşmeleri özyönetimin eşsiz
kazanımlarından biridir. Bu kazanımın en can alıcı yönü, özellikle içinde
yaşadığımız çağda, karar alma süreçlerinin şeffaflaşması ve diğer sınıf
kesimlerinin üretim ve desteğine açık hale getirilmesidir. Bu hatırda tutulur,
ete kemiğe bürünürse, amaçladıkları işçi üretim kooperatifini kurmak, Kazova
işçilerini bir adım daha ileri götürecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder